Yurttan Steele’ye Giderken Toprağından Geçmeme İzin Veren Orman’a

15 Ocak haftası Essen karlıydı. Açıkçası bir İzmirli olarak kar storysi çekmemek için kendimi zor tuttum =) Ama bu aralar Instagram batağından kurtarmaya çalışıyorum kendimi. O yüzden sadece anda kalarak manzarayı seyrettim. Meistersingerstrasse’de bir yurtta kalıyorum. Yurttan gayet memnunum belki diğer blogumda da yurt odamdan fotoğraflar koyarım buraya. Odam direkt bir ormana bakıyor. Sabah uyanıp ağaçları görmek, camı açtığımda orman havasını içime çekmek o kadar iyi geliyor ki. Her sabah meditasyon gibi. Türkiye’ye döndüğümde en zorlanacağım şey bu olacak sanırım. Neyse, şimdiden enseyi karartmıyoruz.

15 dakikalık bir yürüyüş mesafesinde Steele’nin çarşısına inebiliyorum. Steele’ye giderken yurdumun penceresinden gördüğüm o ormandan geçiyorum. Orman yolculuğum yaklaşık 3 dakika sürüyor. Ama ben oyalanıp duruyorum o yolda. Çok güzel kuşlar ve sincaplar var. Hatta sincapların bir videosunu çekip Instagram’a atmıştım ilk geldiğim zamanlarda. Ama kuşların videosunu çekemiyorum. Onlar çok ürkek, nefes alıp verirken bile dikkat ediyorum. Durup onları izlemek, dinlemek ilaç gibi geliyor ruhuma. İnsanların koşturmaları arasında onların ağaçtaki telaşsız duruşları ruhumu sakinleştiriyor. Böyle zamanlarda gerçekten sadece doğada yaşamak istediğimi fark ediyorum. Hayvanların o teslimiyet hali bana da bulaşsın istiyorum. Instagram’daki kalabalıktan yorulduğum gibi insanların gereksiz hırslarından da yoruldum sanırım. Bazen kendi doğamı yaşayamadığımı hissediyorum. Sanki ben 40 km/saat civarında akarken, insanlar 200 km/saat hızla yanımdan geçip duruyorlar. Yakacak o kadar benzini nasıl buluyorlar inanın anlayamıyorum. Kendimi hayvanların o dinginliğiyle, insanları o koşturmacaları arasında bir yerde sıkışmış gibi hissediyorum. Aslında ben kendi hızımdan gayet memnunum ama sistem bunu kabul etmiyor. Hayır diyor sen de 200 km/saat hızla gideceksin. Sabah erken kalkacaksın, uyanır uyanmaz yataktan çıkacaksın ve hemen işlere başlayacaksın. Ama benim hızım hayır diyor vücudun hazır hissettiğinde uyanacaksın, kalkınca sakince sporunu ya da meditasyonunu yapacaksın, rüya defterini yazacaksın, güzel bir kahvaltı yapıp işlere öyle başlayacaksın. İşte kuşları, sincapları, ağaçları izlerken sanki kendi ritmime dönüyorum. Hepimizin bildiği zaman kavramı kayboluyor orada, ruhumun saati ortaya çıkıyor. Saniyeleri, dakikaları cep telefonunun ekranından takip edemediğim yeni bir zaman. Ben o zamana geçiş yaptığımda dinginleşiyorum, kaygılarımdan arınıyorum. İşte bu ormandan geçmek aslında ruhumla bir buluşma. Dışardaki tüm saatleri susturup ruhumun tiktaklarını duyma. Onun saati öyle güzel akıyor ki, tiktaklarını dinlemek masal gibi geliyor, bir bebek gibi sakinleşiyorum. Bana bu duyguları yaşatan ormanımdan fotoğraf bırakmak isterim buraya.

 

Biraz da bu hafta yaptıklarımı yazmak istiyorum. İki haftada bir Cafe-Lingua (konuşma etkinliği) yapılıyor okulda. Çok keyifli oluyor. Bu hafta yine katıldım. Bizim okullarda böyle bir şey var mı açıkçası bilmiyorum. Belki benim dikkatimi çekmemiştir. Okulun kafesini akşam 7’den 9’a kadar kapatıyorlar. Her masa için bir dil belirleniyor, Çince, İspanyolca, Almanca, İngilizce, İtalyanca gibi. Sen hangi dil için pratik yapmak istiyorsan o masaya geçiyorsun ve sohbet ediyorsun. Baya da kalabalık oluyor. Herkes birbirini cesaretlendirmeye çalışıyor. Kültürümüzden kaynaklı yabancı dil konuşurken genellikle yargılayıcı bakışlarla izlendiğimiz için o cesaratlendirici atmosfer çok hoşuma gitti açıkçası. Ama maalesef yakında finaller başlayacağı için Essen’daki etkinlikler bitti. Bochum’da biraz daha sürecekmiş. Belki oraya gidebilirim. Bu hafta ayrıca Stammtisch etkinliği de vardı. Her ay düzenli olarak yapılıyor aslında ama ben ilk defa katılabildim. Keyifliydi. Akşam 6’dan 9’a kadar bira içip sohbet ediyorsun. Bir de jenga, uno, card against humanity gibi oyunlar var, onları oynuyorsun. Açıkçası üniversitelerin bu etkinlik olaylarını çok seviyorum. Hep bir şeyler oluyor ve sen ne zaman müsaitsen dahil olabiliyorsun. Önceden plan yapmana gerek yok. O anki moduna göre karar veriryorsun. Tam benim tarzım =)

Bu arada Almanya’da sevmediğim birçok şey olmasına rağmen üniversitenin kafelerine ve yemekhanelerine bayıldım. Şık ve temiz. Bu hafta yemekhanede yediğim iki menüyü de burda paylaşacağım. İlk paylaştığım Gebratenes Tilapiafilet mit Kokos-Curry-Gemüse diye bir yemek. Tepsi toplam 3.5 euroydu. Tilapia balığını ben ilk defa yedim. Tatlı su balığıymış. Ege bölgesinde pek yok sanırım ben bilmiyorum bu balığı çünkü. İnternetten baktım, baya da bilinen bir balıkmış bu arada. Dünyada en çok tüketilen 2. balık olarak yazmışlar. Tadı hafifti. Yani öyle yanına bir rakı açalım hissi yaratmadı açıkçası bende. Ama yanındaki çorbaya bayıldım. İsmini oradaki görevliye sordum. Pek emin olamadı, düşündü ve tandoorisuppe dedi. İnternetten gelip tarifine bakayım dedim ama internetteki fotoğraflar hiç bu çorbaya benzemiyor. Zaten tandoori, tandır demekmiş. İnşallah ben dönmeden tekrar çıkar da başka birine sorabilirim ismini. İkinci paylaştığımın ismini not almamışım ama pişmiş domuz etiydi. Tadı ve özellikle çiğneyişi bir garip geldi. O yüzden pek beğenmedim. Tam hatırlamıyorum ama tepsinin fiyatı 8 euro civarıydı. Bu arada ben salata sosu olarak zeytinyağı, limon, tuz üçlüsünden vazgeçemesem de burdaki salata soslarını beğeniyorum. Bu hafta onların içeriklerine bakabilirim aslında, daha hiç bakmadım.  

Yazımı bitirmeden önce ikinci paragrafı yazarken bir şiir karalamıştım. Onu da paylaşmak isterim=)

 

 

Yurttan Steele’ye Giderken Toprağından Geçmeme İzin Veren Orman’a Bir Şiir

Bu ormanda yürürken

Zaman durur aniden

Ruhumun tiktaklarını

Duymaya başlarım birden

 

Saat 3-5 değildir artık

Ruhum doğayla buluşup

Yepyeni bir zaman yaratmıştır

 

Bu zamana göre aldığım ajandamda

Artık ‘yapılacaklar’ değil

Sadece hissedilecek rüzgarlar

Ve dalıp gidilecek gökyüzü tonları yazmaktadır

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İÇİMDE BİR ZEYNA YAŞARMIŞ

SEVGİLİ İK, İLK DEFA KENDİMİ 10 YIL SONRA BİR YERLERDE GÖREBİLİYORUM